Güzel bir günden daha hepinize merhaba sevimli Müzik Eleştiri okurları. Bugün sizlerle biraz düşüncelere dalıp, biraz da efkarlanacağız. İç yolculuğumuza bizi zorla götüren bu eserle birlikte dalacağımız tefekkür aleminden, umarım güzel manalar bularak selametle çıkabiliriz. Herkes hazırsa buyurun başlayalım...
"Coğrafya kaderdir" dediğimizde, genellikle aklımızda olumsuz anlamlar belirir. Ama söz konusu durum müzik olduğunda, bu söz beni o kadar mutlu ediyor ki, tarif etmem mümkün değil. Ömer Faruk Tekbilek, Neşet Ertaş, Göksel Baktagir, Fazıl Say, İsmail Coşar ve daha ismini sayamadığım nice üstat ile aynı coğrafyada yaşamış olduğum için, -en basit tabiriyle- hem gurur hem de sevinç duyuyorum.
Evet; bu coğrafyanın da kendine has zorlukları var, evet; bu üstatlardan bazıları, belki de bu zorluklardan ötürü yaşamlarını artık farklı coğrafyalarda devam ettiriyorlar ve evet; benim de yer yer bu zorluklara tahammülüm ve sabrım tükenmiş gibi hissettiğim anlar oluyor. İşte o anlarda, bu parça beni alıp kendimle yüzleşmeye ve iç muhasebe yapmaya zorluyor. İster istemez sormak zorunda kalıyorum kendime: "Sorun aslında coğrafyada mı? Yoksa coğrafya sadece kendi kusurlarıma maske yaptığım bahane mi?" "Her zorluk gördüğümde kaçacak mıyım? Yoksa bazı zorluklar, sabretmeye değer güzel sonuçlara gebe midir?" Ve belki de en önemlisi: "Sabredecek güce ve erdeme sahip miyim? Yoksa bunlara sahip olmadığım için, suçu coğrafyaya atarak kaçmayı mı seçeceğim?"
Yanlış anlaşılmak istemem, bunlar sadece kendi kendime sorduğum sorular. Kimsenin iç aleminde ne yaşadığını ve ne kadar zorlandığını, bu zorluklara karşı ne kadar güce sahip olduğunu bilemem. Bu yüzden ne kalanı, ne de gideni suçlamak gibi bir haddim yok. Ama söz konusu kişi kendim olduğumda bunları sormadan edemiyorum.
Bu manaları sizinle paylaşmamın en önemli sebebi; parçanın aslında ne kadar güçlü bir etkiye sahip olduğunu göstermek isteyişim. Ne zaman açıp dinlesem -koşullara bakmaksızın- bu ve buna benzer onlarca sorgulama yapmama neden oldu bu eser. Bu sorgulamaları yaparken de beni ne ümitsizliğe attı, ne de gereksiz -hayalperest- bir umuda girmeme neden oldu. Eğrisiyle doğrusuyla oturup konuştum kendimle. Bazen haklı yönlerim fazlaydı, bazen de hatalarım haklı yönlerime galip geliyordu. Olayları tarafsız şekilde değerlendiren ve mantıklı tavsiyeler veren bir dost gibiydi benim için.
Parça nasıl bir ruh haliyle yazıldı, farklı sanatçılar bu yoğun mananın üzerinde birbirleriyle -muhteşem bir uyum içerisinde- nasıl birleştiler bilemiyorum; fakat mana bütünlüğü o kadar iyi korunmuş ki, parçayı bugüne kadar kanallarına ayrıştırarak tek tek dinleme gereği bile duymadım. Sanırım eserin başarısı da büyük oranda buradan geliyor. Tasarım dünyasında "en iyi tasarım hissedilmeyen tasarımdır" gibi bir düstur vardır. Bu parçanın da başarmış olduğu durum bence bu. Manaya odaklanarak herkes işini en iyi şekilde yapmış ve bu sayede şahıslar ya da enstrümanlar değil, mana ön plana çıkabilmiş. (Bu üstatların çeyreğinin çeyreği kadar enstrümanına hakim olmadan şov yapmaya çalışanların kulakları çınlasın. Bu şaheseri dinleyip ders alsınlar.)
Parça adeta, içinde düşüncelere dalıp kaybolabileceğimiz farklı bir aleme açılan bir kapı gibi. Yıllar geçmesine rağmen ne zaman bu kapıyı çalsanız, büyük bir ciddiyet ve samimiyet ile açılıyor ve sizi içeriye buyur ediyor. Bizlere de bu kapıdan saygı ile girmek, sakince düşünmek ve teşekkür edip kibarca çıkmak düşüyor.
Velhasılıkelam sevimli Müzik Eleştiri okurları; Long Wait benim açımdan ders niteliğinde bir eser olduğu için "şurası şöyle yapılsaydı daha iyi olurdu" diyebileceğim bir husus göremiyorum. Bu güzide eser ile birlikte iç sorgularınızda hepinize başarılar diliyorum. Umarım kendiniz için en güzel olana karar verebilir ve verdiğiniz kararlar ile mutlu olabilirsiniz. Sağlıcakla kalın.
Comments