Merhaba sevimli Müzik Eleştiri okurları. Yıllardır sıkılmadan dinlediğim parçalardan bir tanesi ile karşınızdayım bugün. "Old at heart, but I'm only twenty eight" dizelerine sahip olan bu parçayı 28 yaşımda konu edinmenin çok yerinde olacağını düşünerek bu eleştirime başlıyorum.
Parça ile ilgili genel hissiyatımdan başlamak gerekirse, bu parçayı özellikle 7 yıl yalnız yaşadığım dönemde gece karanlığında sıkça dinler ve uzaklara dalardım, o yüzden bende çok çok özel bir yere sahiptir. Elin Axl Rose'u parçayı yaparken Türkiye'nin bir köşesinde bu parçanın çıkış tarihinden yaklaşık bir sene sonra doğmuş bir gencin 20'li yaşlarında bu kadar yer edineceğini düşünmüş müdür? Hiç sanmıyorum. Ama yapılan işe insan kendinden bir şeyler katıp zamanının tüm imkanlarını da seferber ettiğinde ortaya böyle güzel sonuçlar çıkabiliyor. Müziğin güzel yönü de bu değil mi zaten?
Parça girişten itibaren konunun içine bizi alarak çok dinamik bir başlangıç yapıyor. Guns N' Roses grubunun tüm üyeleri hissiyatı o kadar iyi yansıtmış ki parça 9 dakikadan uzun olmasına rağmen rutinleşmiyor. Normalde 4 dakikalık parçaları bile uzun ve sıkıcı bulan ben, bu parçaya başlayınca yarıda kesmeyi esere bir saygısızlık olarak görüyorum. Bu manada kesinlikle her sanatçının örnek alması gereken bir parça olduğunu düşünüyorum.
Parçanın kaydı kelimenin tam anlamıyla tereyağından kıl çeker gibi alınmış. O yıllardan bugüne kayıt teknolojisinin çok da ileriye gittiğini düşünmüyorum. Mastering (kelimenin Türkçesi var mı bilmiyorum) ve ses düzenleme alanlarında çok yol kat edilmiş olsa da ham kayıt alma noktasında 90'larla benzer seviyedeyiz. Sanatçılar da ham kayıtların üzerinde yapılabilecek düzenleme olanakları kısıtlı olduğundan ötürü kayıtların temiz ve başarılı olması için çok çaba sarf ediyorlardı ve sonuç olarak ortaya kült sayılabilecek pek çok eser çıktı o dönemde. Bunun daha da güzel yanı sanatçıların canlı performanslarda da kayıtta duyulana çok yakın bir hissiyatı seyirciye sunabilmesi idi. Stadyum dolduran konserler ve dünya turneleri bunun gayet doğal bir sonucu oluyordu.
Parçada tüm grup üyeleri o kadar özveri ile çalışmışlar ki kanal kanal her bir enstrümanı dinlediğinizde parçanın genel hissiyatına uygun, özenilmiş bir işçilik görüyorsunuz. Günümüzde çok nadir ve değerli olan bu durum beni biraz üzüyor açıkçası.
Enstrümanlar deyince de aklımıza tabii ki öncelikle Slash'in güzide soloları geliyor. Bu sololar gerçekten çok çok özenilmiş sololar olmakla beraber aslında ciddi manada uyumluluk gözetilerek parça ile bütünleştirilmişler. Bu kadar başarılı bir gitaristin parçanın akışına uyması genellikle zordur. Sivrilmek, öne çıkmak ve dikkati kendine çekmek gibi isteklerden ötürü genellikle parçanın önüne geçen sololar yazarlar; fakat bu parçada herkes çok iyi birer takım oyuncusu olmayı başarmış. Solo gitar kadar dikkat çekiyor olmasalar da herkes işini çok özenerek yapmış ve bu sayede parçanın genel başarısının önüne geçen bir durum oluşmamış. Demek istediğim şey; hani bazı parçaları açıp gitar solosu gelsin diye beklersiniz; hatta bazen ileri sardırıp sadece soloyu dinlersiniz ya. İşte bu durum bu parçada yok ve bu kadar güzel sololara rağmen bunun olmaması gerçekten takdire şayan bir durum.
Parçanın sözleri defalarca dinlense de kafiye olsun diye yazılmış basit sözler gibi hissettirmiyor. Sanki her bir kelimesi bir yaşanmışlığın altını çiziyor ve bunun netice verdiği ruhsal çağrışımların bir dışavurumu olup çıkıveriyor karşımıza. Her ne kadar parça sözlerinin görünür manasıyla benzer bir yaşantım olmasa da yirmili yaşlarda hissettiğim benzer manaların üst başlığını bende oluşturmayı başarıyor. Tabi burada tüm müziğin bu hissiyatla olan uyumu da çok önemli. Bu açıdan da parça oldukça başarılı.
Parça ile ilgili olumsuz olarak söylenebilecek çok az husus var benim alemimde. Bunlardan bir tanesi; konserlerde her ne kadar başarılı performanslar ortaya konuluyor olsa da grup üyelerinin belki de zararlı alışkanlıklarının da etkisi ile yapabilecekleri performansın %100'ünü sahneye ver(e)miyor oluşları. Tabi o yaşlarda bu kadar şöhreti yakalamış ve baş döndürücü bir serüvene adım atmış kişilerden bu performansı beklemek ne kadar doğru olur bilinmez ama yine de bu durum benim gözümde bu sanatçıların saygınlığını bir miktar düşürüyor.
İkinci bir husus da parçanın insanı o boğucu atmosferin içinde (hatta klibine bakacak olursak bir denizin dibinde) bırakıyor olması. Bu konuya farklı eleştirilerimde de sıklıkla değineceğim muhtemelen. Çünkü karanlık ve boğucu ruh halini anlatabilip insanlara bunu hissettirebilmek bir sanatçının başarısını gösterdiği gibi; bu kötü ruh hallerinden çıkışı gösterecek umudu vermeden parçaya son vermek ve insanları o hislerin içinde boğulmaya terk etmek de bence sanatçının duyarsızlığını veya ruhsal başarısızlığını gösteren bir durum. Nitekim o dönemde bu eserlerin sahipleri ve bu eserleri dinleyen pek çok insan, bu boğucu ruh hallerinin de etkisiyle zararlı alışkanlıklarının dozu yüzünden hayatlarında büyük sıkıntılarla karşılaştılar ve hâlâ da çıkış yolu göstermeyen bu tarz eserler, insanlarda böyle tesirler bırakmaya devam ediyorlar. Tabii ki bundaki tek etki müziktir demiyorum; ama müzisyenlerin sanatçı kimliklerini kullanarak toplumu zararlı alışkanlıklardan uzaklaşmaya ya da en azından bu alışkanlıkları kontrollü hale getirmeye teşvik eden kişiler olmaları gerektiğini savunuyorum. Umarım gün geçtikçe sanatçılarda bu bilinç artış gösterecektir diyor ve yazımı noktalıyorum.
Sevimli Müzik Eleştiri okurlarına ve tüm insanlara sevecen, mutlu, huzurlu, yararlı alışkanlıklarla dolu pozitif bir hayat diliyorum. Sağlıcakla kalın.
Yorumlar